“Gelen günle
Biriken kinle
Bahar gelecek
Buğday yeşerecek.”[2]
“Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin? Hayatlarına bakarak. Bir insan, yaşadığı hayatın insanıdır. Doğru bulduğumuz fikirleri öyle benimsemiş, öyle içimize sindirmiş olmalıyız ki, bunlar davranışlarımızı biz farkında olmadan dahi etkilemeli, tayin etmeli, yönetmelidir. İnsan nihayet ne kadar sosyalist olmaya devam etse de, bir gün bedeni bu fani dünyaya veda eder, ama işçi sınıfı partileri, işçi sınıfı var oldukça devam eder, gider. Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır… Kadın hareketi sınıf mücadelesiyle bütünleştirilmelidir,” diyen Behice Boran’ın eski(meyen) TİP’inden söz edeceğim…
Hani; “Tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir. Tarihsel süreç içinde yer almış tüm olgu ve oluşumlar, kişiler ve olaylar da sınıfsal olmanın damgasını taşır. İnsanlık sınıfsız topluma ulaşana kadar da böyle olmaya devam eder…
“İnsanlık bütün olumlu insancıl ve toplumsal amaçlarını ve kazanımlarını sosyalistlere borçludur. Kapitalist toplumlarda burjuvazinin ve onun devletinin kabul ettiği toplumsal hakların tümü doğrudan ya da dolaylı olarak işçi sınıfı hareketinin ve sosyalist hareketin fiili ve ısrarlı mücadelesinin sonucudur. Sendika kurma hakkı, eşit oy hakkı, 8 saatlik iş günü, iş güvenliği, siyasi parti kurma hakkı, kadın hakları, düşünce özgürlüğü, çocuk hakları, eğitim hakkı, ırkçılıkla mücadele, sömürgecilikle mücadele ve bağımsızlık, faşizme ve savaşa karşı mücadele, barış, demokrasi, özgürlük...
“Ne sağcıyız ne solcuyuz teranesinin bir anlamı yoktur. Bir amacı vardır ‘sağcılığı maskelemek.’ Kişinin bir ideolojiye sahip olduğunun farkında olmaması bu gerçeği değiştirmez…
“Küçük burjuvazi, burjuvazi ile işçi sınıfı arasında yer alan, kendi içinden bölünük ve kaygan bir sınıftır. Başlıca iki büyük kesime ayrılır. 1) Zanaatkârlar ve esnaf, küçük sanayi, ticaret 2) Aydınlar kesimi (öğrenci, asker, memur, bürokrat)…
“Sosyal demokrasi gelişmiş batılı kapitalist ülkelerde tutunabilmiş ise, bu, onların sanayileşmiş, büyük sermaye birikimini başarmış, dünyanın geri kalmış ülkelerini yüzyıllar boyu sömürmüş ve hâlen sömürmekte olan toplumlar olmalarındandır. Bu sanayileşmiş zengin ülkelerde burjuvazi işçi sınıfını sınırlı bir tatmin çizgisinde tutabilmek için ücretleri zorunlu olduğu kadar yükseltmek ve diğer işçi hakları konularında tavizler verebilmek imkân ve kaynaklarına sahiptir…
“Karma ekonomide üretim araçlarının hem kamu mülkiyetinin hem de özel mülkiyetinin mevcut bulunuşundan, bu çeşit karma ekonomi düzeni, ne kapitalist ne sosyalist olan, üçüncü çeşit bir toplum düzeni olarak görülmek ve gösterilmek istenmektedir. Böylece kapitalizm mi, sosyalizm mi ikileminden kurtuluş yolunun bulunduğu sanılmaktadır…”[3]
“Reformculuk, mevcut ekonomik düzeni, sosyal sınıflar ilişkilerini muhafaza edip, işçi-emekçi yararına egemen sınıflardan birtakım tavizler koparmaktır…”[4]
“Kürt halkına ve Alevî vatandaşlar topluluğuna uygulanan ayırım gözetici muamelelere, baskı ve şiddet politikasına, bütün gücümüzle karşı çıkacak, bu kitlelerin demokratik hak ve özgürlük ve eşitlik isteklerini destekleyeceğiz…”[5]
“Sartre’ın belirttiği gibi, gençlerin ve işçilerin giriştikleri ‘şiddet’ hareketleri aslında ‘karşı şiddet’ hareketleridir; sadece, polisin kullandığı, coplama, dövme, gaz bombaları atma gibi hareketlerine karşı değil, asıl düzenin şiddet hareketlerine karşı şiddet hareketleridir,”[6] diyen Behice Boran’ın TİP’den…
“NE”LİĞİ
“Yeni” olanı değil,[7] eski(meyen) TİP’i kuran sendikacılar batı işçi partilerinden ve özellikle İngiliz İşçi Partisi’nden esinlenmişti. TİP, sendikacılığın işçi sınıfının sorunlarını çözmeye yetmediğinin, mevcut partilerden işçilere hayır gelmediğinin ve işçilerin ayrı bir parti halinde örgütlenme ihtiyacının sonucu olarak da okunabilir. Parti kurucuları, TİP’in “ezilen işçi sınıfının haklarını korumak için” ortaya çıktığını ifade ediyordu. Bu bir yerde geleneksel sendikacılıktan ve ana akım siyasetten kopuşun ifadesiydi.
TİP kendinden önceki ve sonraki sol ve sosyalist partilerden ayrı, özgün bir yere sahipti. TİP, doğrudan hiçbir siyasal akımın düşünsel ve örgütsel devamı olmayan, işçilerin/sendikacıların kendi inisiyatifleri ile kurdukları bir partiydi. TİP dönemin önde gelen mücadeleci sendikacıları öncülüğünde kuruldu. TİP 1960’larla birlikte yükselen ve bir sınıf olarak varlığını kabul ettirmeye başlayan işçilerin ve özellikle de sanayi işçilerinin partisiydi.
Bir numaralı kurucusu, daha sonra DİSK’in kurucu Genel Başkanlığı da yapacak olan Kemal Türkler idi. 13 Şubat 1961 tarihinde kurulan TİP’in tümü sendikacı ve işçi olan 12 kurucusu şunlardı: Kemal Türkler (Türkiye Maden-İş Sendikası Genel Başkanı), Avni Erakalın (İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) Genel Başkanı), Şaban Yıldız (İİSB Genel Sekreteri), İbrahim Güzelce (İstanbul Basın Teknisyenleri Sendikası Genel Sekreteri), Ahmet Muşlu (Türkiye Çikolata Sanayi İşçileri Sendikası Genel Başkanı), Rıza Kuas (Lastik-İş Sendikası Genel Başkanı), Kemal Nebioğlu (Türkiye Otel ve Gıda İşçileri Sendikası- Genel Sekreteri), Hüseyin Uslubaş (İstanbul Yaprak Tütün İşçileri Sendikası Başkanı), Saffet Göksüzoğlu (İlaç ve Kimya İşçileri Sendikası Başkanı), Salih Özkarabay (İstanbul Basın Teknisyenleri Sendikası Başkanı), İbrahim Denizcier (Müskirat Federasyonu Başkanı), Adnan Arkın (İİSB İcra Kurulu Muhasip Üyesi).
Kurucuların hepsi de İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) yöneticisi ve üyesiydi. Türk-İş’in desteğini alamadan kurulan TİP, adeta bir İİSB partisi, İstanbul işçileri partisi (dahası sanayi işçilerinin partisi) olarak ortaya çıkmıştı. 1960 sonrasının ilk büyük işçi eylemi olan Saraçhane mitinginde TİP’li sendikacılar belirleyici role sahiptir. TİP’i kuran sendikacılar aynı zamanda sendikal harekette mücadeleci bir geleneği ve güdümlü sendikacılıktan kopuşu temsil ediyordu. Nitekim TİP’i kuran sendikacıların önemli bir bölümü 1960’lı yıllarda sosyal mücadelenin başını çekecek, sınıf eksenli bir sendikal gelenek inşa edecek ve 1967’de DİSK’i kuracaklardı.
Behice Boran parti kurma girişiminin sadece sendikacılardan gelmekle kalmadığını, bunların aralarına hiçbir aydın almamış olduğunu vurgulayarak, bu tutumun okumuş yazmışlara, kravatlılara bir güvensizlik belirtisi olduğunu yazmaktadır. TİP’in tüm kurucularının işçi/sendikacı olması onun en özgün yanı olarak ön plana çıkıyor. Kurucular yoğun politik deneyimleri olmayan ve Türkiye solunun geleneksel kadroları içinde yer almayan isimlerdi…
TİP’i kuran sendikacıların önemli bir bölümü daha sonra DİSK’i kurdu. DİSK’liler TİP’liydi. Ancak DİSK TİP’in değil, sendikacıların kararıyla kurulmuştu.[8]
Nebil Varuy’un, “TİP, Birinci Kuruluş Dönemi’nde siyasal bir nitelik taşımaz. İşçi sınıfı ideolojisine tam sahip bir parti değildi birinci kuruluşta,”[9] notunu düştüğü O sürece ilişkin partinin genel yönetim kurulu üyesi ve Kocaeli il başkanı avukat Şinasi Yeldan da şunları aktarır:
“İkinci Dünya Savaşı sonucu faşizmin yenilgisi ülkemizde yeni demokratik adımların atılmasını zorunlu kılmıştı. Çok partili yaşama geçiş, Cemiyetler Yasası’nın değişimiyle birlikte sendika kurma ve sendikalaşma olanağı doğmuştu. Ancak, sendikalara toplu iş sözleşmesi ve grev yapma hakkı tanınmamıştı. Bunun yanında sendikalar çeşitli baskılar altındaydı.
Sendika liderleri ise neredeyse ‘doğal suçlu’ konumundaydı. Tüm olumsuzluklara karşın işçi sınıfı sendikalarda örgütlenmesini sürdürmekteydi. 1952 yılında Türk-İş Konfederasyonu kurulmuştu. Sendikalar siyasetten dışlanmış ancak siyasi partilerce oy kazanımı amacıyla kullanılmaktaydı. Demokrat Parti muhalefetteyken işçilere grev hakkı tanınmasını savunuyor, iktidardaki CHP ise karşı çıkıyordu. DP iktidar olunca greve karşı çıkmaya, muhalefete düşen CHP ise grev hakkını savunmaya başlamıştı. O günlerde ‘silahsız asker’ diye tanımlana gelen Türk sendikacılığının bu yapısı 27 Mayıs 1961 tarihli anayasanın yürürlüğe girdiği güne kadar sürdü.
Yeni anayasa, grevi ‘sosyal bir hak’ olarak tanıyordu. Bu dönemde sendikalar büyük bir coşku ve birlik içinde meydanlardaydılar. 1961 Aralık ayında İstanbul’da Saraçhane başında on binlerce işçinin katılımıyla oluşan gösteri, işçi sınıfı tarihinde önemli bir yer tutmakta olup, işçi sınıfının grevli, toplusözleşmeli sendikacılığa yasal olarak da kavuşmasını sağladı.”[10]
Ayrıca Tarık Ziya Ekinci de şunları ifade eder:
“TİP, otoriter bir anlayışın egemen olduğu siyasal bir ortamda kurulmuştur. TİP kurulurken Türkiye’de, devletin ve rejimin çıkarlarını ön planda tutan, bireyin ve toplumun haklarını önemsemeyen bir siyasal yapı egemendi. Yönetim ve toplum sosyalizme ve sosyalist sisteme karşı düşmanca bir şartlanma içindeydi. Ülkede düşünce ve örgütlenme özgürlüğü yok denecek kadar sınırlıydı...
TİP’in 1963-71 yılları arasında anayasaya aykırılık iddiasıyla açtığı davalardan sadece 41’i rüyet edilmiştir. Bu 41 davadan 20’si 1963’te, ikisi 1964’te, biri 1965’te, beşi 1967’de, ikisi 1968’de, dördü 1969’da, altısı 1970’te ve biri de 1971’de açılmıştır. Ayrıca, TİP 1971’de kapatılma istemiyle davalı olarak Anayasa Mahkemesi’nin huzuruna çıkmıştır.”[11]
Velhasıl, TİP, sosyalist mücadele tarihinde eğrisi/ doğrusuyla önemli bir evreydi.[12]
ÖNCELLERİ
13 Şubat 1961’de 12 sendikacı yeni bir siyasi partinin kuruluş evraklarını İstanbul Valiliği’ne veriyorken; 1940’lı ve 50’li yılların uzun bir enerji birikiminin sonucu olarak kurulan TİP, Türkiye işçi sınıfının tarih sahnesine çıkış hamlelerinin en önemlilerindendi. TİP, gerek işçi ve sendikacılık hareketi, gerekse sol açısından uzun dönemli etkileri olan özgün bir deneyimdi…
TİP’in kuruluşu CHP’de ciddi rahatsızlığa yol açtı. Bülent Ecevit, TİP’in kuruluşunu takiben CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinde yazdığı yazıda TİP’in kuruluşuna karşı çıktı…
Ecevit, daha sonraki yıllarda da devam edecek olan bir başka kaygıyı da dillendiriyordu: CHP’nin oylarının bölünmesi. TİP’in kurulması ve 1965 seçimlerindeki başarısının, CHP’nin ortanın solu yöneliminde önemli payı olduğunu, daha solda rakip bir parti ihtimalinin CHP’yi devlet partisi olmaktan ortanın soluna doğru sancılı bir hamleye zorladığını söylemek mümkündü…
TİP üçayak üzerine kuruluydu; sendikacılar, sosyalist aydınlar ve Kürt aydınları.[13]
TİP’teki sosyalist aydınların TKP bağı net olsa da Mehmet Ali Aybar’ın TKP ile bağlantısı pek bilinmez. Aybar, çeşitli TKP tevkifatlarında açığa çıkmamış bir Partisi üyesiydi.
Rasih Nuri İleri, Aybar’ın TKP üyeliğini açıklamıştı: “M. A. Aybar’ın (...) TKP üyeliği konusunda çelişkili ifadeler olmakla beraber, Rasih Nuri İleri’nin ‘Benim hücre sekreterimdi’ yolunda bir beyanı vardır.”[14]
17 Kasım 2010 tarihinde kaybettiğimiz Nihat Sargın, TKP Merkez Komite Sekreteri Zeki Baştımar’ın, 1951/52 tevkifatı sırasında kendisinin yerine hazırladığı ismin Mehmet Ali Aybar olduğunu söylemektedir.
Nihat Sargın da, TÜSTAV’da 9 Aralık 2007 tarihinde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Şimdi size iki basit olguyu aktaracağım: Bu bilgileri edindikten sonra belki insanlara değil ama, ilgili olaylara bakışınızda değişiklikler olacağını, kafanızda o olayları bir kez daha gözden geçireceğinizi kuvvetle tahmin ve ümit ederim. (...)
‘Olgulardan ilki 51 tutuklamalarıyla ilgili. Her zaman olduğu gibi o dönemde de iş başındaki birinci kişi kendisinin bunu yapamaz duruma gelmesi hâlinde yerine bir yedeği önceden seçmiş bulunuyordu. Tutuklamalar sırasında sorulup gösterilen resmi yedek, Parti çalışmalarında seçicinin yani Zeki Baştımar’ın (kod adıyla Yakup Demir) altında görevli bir partilidir, bu resmi adla sorgu savuşturulmak istenmiştir. Ortaya çıkmamış olan gerçek ise Aybar’ın, Mehmet Ali Aybar’ın görevli kılınmış olmasıdır.
‘İkinci olgu ise TİP’in ilk döneminde bana bizzat Aybar tarafından aktarılmıştı. (...) ‘Sovyetler Birliği Başbakanı Kosigin 1966’nın son günlerinde Ankara’ya gelmişti. Aybar’la da özel olarak görüşmek istediğini belirtmiş, Aybar Sovyetler Birliği Elçiliğine çağrılmıştı. Kendi anlatışına göre Elçilikte, birçok koridordan geçilerek ulaştığı odada Kosigin’le karşılaşmış ve Kosigin, TİP’i, kardeş parti olarak görmek istediklerini belirtmiş; yani TİP, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Komünist Partisi’nin kardeş partisi olacak.
‘Aybar reddetmiş, dışarıya atıfla bir kardeş partinin zaten mevcut olduğunu hatırlatmış. Kosigin o konunun kolayca hallolabileceğini söyleyerek hemen yanıt verilmeden biraz daha düşünülmesini istemiş, ancak Aybar ret kararını değiştirmemiş, yanılmıyorsam bugünkü durumun hem parti, hem de Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri açısından daha yararlı olabileceğini de eklemiş.
‘Bunları anlattı Aybar, reddetmişti, ama anlatırken Kosigin’in isteğinden dolayı adeta gurur duyuyor, gururlanıyor gibiydi.”[15]
Sosyalist hareket tarihinde çok önemli ve saygın bir yeri olan TİP’in tarihi yazılırken, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren ve Nihat Sargın’ın ve daha bazı başka kişilerin o tarihlerde TKP’nin üyeleri olduğu gerçeğinin göz önünde bulundurulmasında büyük yarar var.[16] Her durumda Mehmet Ali Aybar, 1962’de TİP’in genel başkanlığını kabul etti. 1965’de meclise 15 milletvekili gönderirken; kendisi de 1965 ve 1969 genel seçimlerinde bu partiden İstanbul milletvekili seçildi.
ABD’yi savaş suçlusu olarak mahkûm eden Russell Mahkemesi üyesi olarak 1967 yılında Vietnam’a gitti. Dünya sosyalizm tarihinde ilk defa Sovyetlerden bağımsız bir politika güden TİP’in başkanı olan ve Türkiye’ye özgü, “güleryüzlü sosyalizm” kavramının yaratıcısı olan Mehmet Ali Aybar, 1968’de Sovyetlerin Çekoslovakya’yı işgaline sert bir tepki gösterdi. Bu tavır, parti içinde hizipleşmelere neden oldu. Bu görüşlerine karşı çıkanların başını çeken Behice Boran-Sadun Aren ikilisine karşı verdiği mücadeleyi kaybeden Aybar, 1969’da genel başkanlıktan, 1971’de ise parti üyeliğinden istifa etti.
GERÇEK(LER)İ
Legal sosyalist TİP yaygın bir örgütlenme ve sol popülist propagandayı hayata geçirirken; 17 Kasım 1963 yerel seçimlerinde radyodan seçim kampanyasına katılıp, 15 kez halka seslenme hakkını kazanmış olması siyasette ağırlık kazanmasında önemli bir rolü oynadı.
Kahvehanelerdeki konuşmalar şehirlerle sınırlı kalmıyor, kasabalara/ köylere uzanıyordu.
Geniş bir yelpazede halkın her kesiminden, en ünlü sanatçılardan üretici emekçi, köylü, usta, çırağı yani her kesimi bir araya toplayan geniş halkaları oluşturdu.
TİP bunu nüfusun yüzde 68’i köylerde yaşadığı 60’lı yıllarda yapmıştı.
TİP’in seçim bildirilerinde ve radyo konuşmalarında toprak reformu ilk sırada geliyordu. Mücadelenin sert dili ve sınıfsal çelişkiler üzerine kurulu söylemleri nedeniyle büyük tepkiyle karşılandılar.
TİP adına seçim konuşmaları yapanlar içinde, Türkiye tarihinde ilk defa, bir halk ozanı, bir imam, bir muhtar, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, Yaşar Kemal, Can Yücel, Çetin Altan vardı.
Kürt meselesinden kamucu politikalara gündemi belirleyen TİP’in Kürt sorunu ve kamuculuk konusunda net tutumunu hatırlamakta yarar var.
Bu konuda sözü ‘Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı’ (TÜSTAV) Mütevelli Heyeti Üyesi Nezih Kazankaya’ya bırakalım:
“1965 seçimlerinde parlamentoya girmesi ile birlikte demokrasi mücadelesindeki etkisi arttı.
TİP, Kürt sorununun açık tartışma platformuna önce ‘Doğu Meselesi’ olarak girmesini sağladı. Ardından gelen Doğu Mitingleri, sorunun, tartışma boyutundan çıkarak maddi bir gerçeklik olarak görülmesinde önemli bir rol oynadı. Hiç kuşkusuz en önemli adım, 1970 yılının 29-31 Ekim kesitinde Ankara’da düzenlenen TİP’in 4. Büyük Kongresi’nde alınan kararlar ile atıldı.
Bu kongrede TİP’in bilimsel sosyalist niteliğini netleştiren kararların altıncısında:
‘[Parti] Türkiye’nin doğusunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu; Kürt halkı üzerinde, baştan beri, hâkim sınıfların faşist iktidarlarının, zaman zaman kanlı zulüm hareketleri niteliğine bürünen baskı, terör ve asimilasyon politikaları uyguladıklarını;
Kürt halkının yaşadığı bölgenin Türkiye’nin öteki bölgelerine oranla geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin, kapitalizmin eşitsiz gelişme kanunlarına ek olarak bu bölgede Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne alan hâkim sınıf iktidarlarının güttükleri ekonomik ve sosyal politikanın bir sonucu olduğunu;
Bu nedenle ‘Doğu sorunu’nu bir bölgesel kalkınma sorunu olarak ele almanın, hâkim sınıf iktidarlarının şoven-milliyetçi görüşlerinin ve tutumunun bir uzantısından başka bir şey olmadığını;
Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün anti-demokratik faşist, baskıcı, şoven milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu bir devrimci görev olduğunu;
Kürt halkının gelişen demokratik özlem ve isteklerini ifade ve gerçekleştirme mücadelesi ile işçi sınıfının ve onun öncü örgütü partimiz öncülüğünde yürütülen sosyalist devrim mücadelesini tek bir devrimci dalga hâlinde bütünleştirmek için, Kürt ve Türk sosyalistlerinin parti içinde omuz omuza çalışmaları gerektiğini; Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı-milliyetçi şoven burjuva ideolojisinin, partililer, sosyalistler ve bütün işçi ve diğer emekçi yığınlar arasında yerle bir edilmesini sağlamanın, partinin ideolojik mücadelesinin ve gelişmesinin temel ve devamlı bir davası olduğunu;
Partinin ‘Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilan eder’ denilmiştir.
Bu karar ile yasal siyasi platformda ilk kez ‘Kürt Sorunu’ açıkça ortaya konulmuş oluyordu.
Yaklaşık beş ay sonra gelen 12 Mart faşizan darbesi sonrasında TİP’e 11 Haziran 1971’de Anayasa Mahkemesi’nde dava açıldı. 20 Temmuz 1971’de bugünün diliyle söylersek ‘bölücülük’ (Anayasa’nın 57. maddesinde bulunan ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği’ temel ilkesine ve Siyasi Partiler Kanunu’nun 81. maddesindeki ‘azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler, azınlık yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler’ maddesine aykırı görüş ve tutumlar) gerekçesiyle kapatıldı.
Yöneticileri 15 yıla kadar hapis cezaları aldılar.”[17]
Ve TİP’in mücadele ile geçen tarihinin önemli belgesi, Aralık 1978’de yayımladığı “Demokratikleşme İçin Plan, 1978- 1982” çalışmasıydı.
Toplam 765 sayfayı bulan bu metin, dönemin “resmi” Beş Yıllık Kalkınma Planı (1979-83) karşısında emekten yana demokratik bir dönüşümün iktisadi yapıtaşlarını sergilemekteydi.
Plan metninin yazarları, söz konusu çalışmanın devletin resmi planlarına karşı “alternatif” bir plan olarak hazırlanmadığının altını özenle çizer. Zira, “Demokratikleşme İçin Plan, 1978-1982, ne resmi planların kapitalist ekonomik ilişkilerin işleyişini düzenlemekteki yetersizliğini gidermeyi ne de resmi planlara karşı kapitalizmin uzlaşmaz çelişkilerini yumuşatacak bir planlama alternatifi geliştirmeyi amaçlamaktadır.”
Daha açık deyişle, “Ülkemizde uygulanan ve ‘özel sektör için programlama’dan başka anlam taşımayan planlamanın en ‘yetkin’ biçiminin bile kapitalist ekonominin işleyişindeki anarşiyi ortadan kaldırması beklenemez. Kredi, vergi ve benzeri ekonomik politika araçlarıyla sadece kapitalizmin ekonomik yasalarının işleyişi içinde özendirmeyi ve yön göstermeyi amaçlayan kapitalist programlamanın hiçbir biçiminin, kapitalizmin uzlaşmaz çelişkilerine son vermesi de düşünülemez. ‘Demokratikleşme İçin Plan, 1978-1982’, büyük burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden resmi planlardan daha iyisini değil, tam karşıtını gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.”
Bütün bu nedenlerle, TİP’in Demokratikleşme İçin Plan metni, Türkiye coğrafyası içinde belki de o güne değin hazırlanmış en kapsamlı, en tutarlı ve en devrimci planlama belgesidir. Sunuş cümleleri şu sözler ile sonlanmaktadır:
“… ‘Demokratikleşme İçin Plan, 1978- 1982’ ülkemizde demokratikleşme sürecinin maddi temellerinin yaratılabilmesi için ekonomik alanda ilk adımda gerçekleştirilmesi gereken dönüşümleri ve önlemleri içermekte, işçi ve emekçi kitlelerin yaşam düzeylerinin yükseltilmesini ve üretim sürecinin yönetimine etkin bir biçimde katılmalarını öngören yapısal dönüşümleri tasarlamaktadır.”[18]
NİHAYET!
Yıllar sonra TİP’e dair, “Bugün Türkiye solunun özlemi, her şeyden çok, TİP gibi, işçi önderlerini ve belli başlı sosyalist aydınları birleştiren ortak bir çatı altında buluşmak olmalıdır”;[19] “Keşke TİP olsaydı!”;[20] “… ‘Solda boşluk’ gerçekten hem sendikal hem de siyasal alanda son derece açık bir biçimde yaşanmaktadır. Bunun çözümü geçmişin örgüt modellerinin simgelerine sahiplenmekten değil, 60’lı yılların TİP ve DİSK savaşımının bilgi, birikim ve deneylerinin günümüze aktarılmasından geçer,”[21] özlem ve önerilerin dillendirildiği tabloda Karl Marx’ın, “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi ikincisinde komedi olarak,”[22] sözleri anımsanmalıdır ki, yeni(lenen) TİP de bunun en samimi itirafıdır. “Yeni(lenen)” TİP, ne Fatma Hikmet İşmen örneği,[23] ne de 1978’in 8 Ekim’i 9 Ekim’e bağlayan gecesi, Ankara’nın Bahçelievler’inde faşistlerce katledilen TİP üyesi Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar’ın mirasıyla ilişkilidir!
N O T L A R
[1] Kaldıraç Dergisi, No:264, Temmuz 2023…
[2] Sennur Sezer.
[3] Behice Boran, Savunma, Sosyalist Yay., 1992.
[4] Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Yordam Yay., s.343.
[5] Behice Boran, Savunma, Sosyalist Yay., 1992, s.131-140.
[6] Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Yordam Yay., s.154.
[7] TKP, Komünist Parti (KP) ve Halkın Türkiye Komünist Partisi (HTKP) olarak bölündü. İki parti TKP’nin yönetimini tarafsız bir heyete bıraktı. Ancak KP’liler kongreyle partinin yönetimini alınca diğer grup da TKP’nin adı ve amblemini kullanmaya başladı. TKP yönetimi HTKP’yi Yargıtay’a şikâyet etti.
HTKP Genel Başkanı Erkan Baş, kendilerinin ‘halkın TKP’si’ olduğunu, ‘resmi TKP’ tarafından savcılığa ihbar edildiklerini savunarak, şunları söyledi: “Devrimci hareketin tarihindeki tartışmalarda absürd gerekçelere tanık oldum. Bir komünist partinin bir başka komünist partiyi yasaya uymamakla suçladığına, burjuva devletinin yargı organlarına yasadışı diye ihbar etmesine ilk kez tanık oluyorum. Bir partinin resmi kayıtlardaki adı, kısa adı ilericiler için o partiyi bu isimle anma zorunluluğu yaratmaz. Bu mahkeme tehditleriyle yaptırılamaz.” (“Komünistlerin TKP Savaşı”, Hürriyet, 8 Haziran 2017, s.23.)
[8] Aziz Çelik, “60 Yıl Önce İşçilerin Kendi Partisi Vardı”, Birgün, 15 Şubat 2021, s.10.
[9] Gamze Akdemir, “Nebil Varuy: Hoşça Kal Sosyalizm! Hoşça Kal TİP”, Cumhuriyet Kitap, No:1103, 7 Nisan 2011, s.18-19.
[10] aktaran: Erinç Yeldan, “TİP’in Kuruluş Günleri”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2011, s.13.
[11] Tarık Ziya Ekinci, “TİP Deneyi Emek Eksenli Güçlü Bir Siyasi Parti İçin Örnektir”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2011, s.9.
[12] “1965 seçimleri Türkiye için çok önemlidir çünkü ilk kez solcu ve sosyalist olan TİP Meclis’e giriyor. Amerikan İstihbaratı CIA’in 1965 seçim değerlendirme raporu 2016 yılında ilk kez ortaya çıktı. 51 yıl gizlilik kararı olan belge TİP için ‘nereden çıktı bunlar’ı açıklayacak bir değerlendirme raporuydu.” (Leyla Kılıç, “Murat Yetkin: Solu Bölen Ajan”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2018, s.11.)
[13] Aziz Çelik, “Keşke TİP Olsaydı!”, Radikal İki, 20 Şubat 2011, s.5.
[14] Naciye Babalık, TKP’nin Sönümlenmesi, İmge Yay., Ank., 2005, s.81.
[15] Nihat Sargın’ın TÜSTAV’da 9 Aralık 2007 günü yaptığı konuşma, s.13.
[16] Yıldırım Koç, “TKP üyesi Mehmet Ali Aybar”, Aydınlık, 22 Aralık 2014, s.6.
[17] aktaran: Tayfun Atay, “Türkiye İşçi Partisi ve Kürt Sorunu”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2017, s.6.
[18] Erinç Yeldan, “Türkiye İşçi Partisi 60, DİSK 54 Yaşında”, Cumhuriyet, 10 Şubat 2021, s.11.
[19] Ataol Behramoğlu, “TİP 50 Yaşında”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2011, s.6.
[20] Aziz Çelik, “Keşke TİP Olsaydı!”, Radikal İki, 20 Şubat 2011, s.5.
[21] Sönmez Targan, “Solda Dolmayan Boşluk: TİP”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2010, s.8.
[22] Karl Marx, Louis Bonaparte’in 18. Brumaire’i, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1966.
[23] Fatma Hikmet-İşmen, Adnan Cemgil’in teşvikiyle 1964’da TİP’in etkinliklerine katılmaya başladı. 1966’da partiden senatör adayı olması istendi ve bu teklifi fazla düşünmeden kabul etti. Oysa gönlü politikada değildi. Teklifi, “Nasıl olsa seçilemem” diyerek kabul etmişti. Ancak sonuç hem kendisi hem de çevresi için tam anlamıyla bir sürpriz oldu. Radyodan senatör seçildiğini duyunca çok şaşırdı. Artık dönülmez bir yolun başındaydı.
Senato’da yer aldığı dokuz yıl boyunca kırktan fazla soru önergesi vermesine rağmen, hiçbirine yanıt alamadı. Soru önergelerine yasa gereği 15 gün içerisinde yanıt verilmesi gerektiği hâlde, bu kural adeta sosyalist kadın senatör için rafa kaldırılmıştı(!)
Senato kürsüsünde yaptığı konuşmalarda, anti-demokratik uygulamalar, eğitim, tarım ve hayvancılıkla ilgili görüşlerini dile getirdi. Konuşma metinlerinin ılımlı diline rağmen, çoğunluğu teşkil eden Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partililer buna bile tahammül edememişler, ağır hakaretlerle onu kürsüden indirmeye çalıştılar.
Senato’da yaptığı ilk konuşma Alevî-Sünnî ayrımı üzerineydi. Adalet Partisi’ni (AP) Alevî-Sünnî ayırımını körüklemekle suçlayan İşmen, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uygulamalarını eleştirmişti. “Yurttaşları din ve mezhep ayrılıkları bakımından birbirine düşürmek hem iç, hem de dış sömürgecilerin işine gelmektedir” diyen İşmen’in bu sözleri AP’lileri çileden çıkarmış, sözleri protestolarla kesilmişti. İlerleyen günlerde Fatma Hikmet İşmen’e yönelik bu tür protestolar artık hemen hemen tüm konuşmalarında rutin hâle getirilmişti…
Sonradan İşmen soyadını almış olsa da hiç evlenmedi. 1990’larda Sosyalist Birlik Partisi, Birleşik Sosyalist Parti ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi kurucusu ve Parti Meclisi üyesi olarak faaliyet yürüten Fatma Hikmet İşmen, 9 Mayıs 2006’da yaşamını yitirdi. (Hüseyin Aykol, “İlklerin Kadını: Fatma Hikmet Ziraat Mühendisi de Oldu Senatör de...”, Gündem, 9 Mayıs 2016, s.10.)