SALİH BOLAT’IN ARDINDAN…

Ali Ekber Kaypakkaya

Şair Salih Bolat'ı covid 19'dan kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyorum.

80’li yıllarda Kızılay kentsel çöküntü merkezi değildi. Sanatçılarla, yazarlarla sanatseverlerin buluşma mekanları vardı. Şairlere, edebiyatçılara, ressamlara bir köşe başında rastalamak mümkündü. Bu karşılaşmalarda ayak üstü sohbetler yapar, gençliğin toyluğuyla insan üstü varlıklar olarak gördüğümüz sanatçıları hayranlıkla dinlerdik.

Bilgi ulaşılması kolay bir şey değildi… Belki bu yüzden cebimizde, çantamızda eksik olmazdı bir kalem, bir ajanda. Şairlerin dizeleri, kitaplardan alınan notlar, aklımıza gelen güzel sözler vs. ajandanın sayfalarında yerini alırdı. Kimi zampara arkadaşlarımız kızların veya erkeklerin ilgisini çekmek için felsefenin, bilimin veya sanatın kavram ve terimlerini anlamsız bir şekilde yan yana getirip saçma sapan cümleler kurarlardı. Etrafındaki ilgiyle dinleyen “saf” arkadaşlarımız (ki bu arkadaşların %99.9’u erkekti ve tanıdığımız kızların çoğunun zekası bu numaraları yemeyecek kadar erkeklerden ileriydi) hayranlıkla onu anlamaya çalışır, muhtemelen içlerinden “biz niye böyle derin manalı cümleler kuramıyoruz” veya ”söylenilenleri anlayamıyoruz” diye hayıflanırlardı. “Diyalektik izdüşümlerin, izleksel rasyonalitesinin normatif reaksiyonlarını simbiyotik açıdan analitik düzlemde tahlil etmemiz gerekir” gibi bir cümle karşısında dumura uğramayacak bir zeka tanımıyorum. (Gerçekten anlamlıydı da ben mi anlamıyordum acaba?)

Heyecanlı sohbetleri şehvetle severdik. Yazmaktan çok okur, okuduklarımızdan -zeka düzeyimizin elverdiği ölçüde- süzdüklerimizi bol sigara dumanlı, gürültülü ortamlarda birbirimize anlatmaktan ziyadesiyle haz alırdık. Kimi zaman gençliğin coşkusuyla yapay melankoliyi harmanlayan bir ruh halini de yaşardık. Fiyakalı ölüm düşleri de kurardık. Belki ölü görmekten dahi korkan, kimi yürekleri büyük yaşları küçük gençler, “başka bir dünya mümkün” sloganıyla ifade edilen düşlerini hayata geçirmek için birer birer aramızdan ayrıldılar. Berdan, Önder, Suna, Serap, Özgür, Ahmet, Refik ve unutkanlığım nedeniyle ismini hatırlayamadığım nice gençler… Ankara’ya anılarını, dostluklarını, düşlerini miras bırakıp gittiler…

Ankara’yı güzelleştiren şairleriydi biraz da: Ahmed Arif, Gülten Akın, Metin Altınok, Ahmet Telli, Zerrin Taşpınar, Behçet Aysan, Özgen Seçkin, Abdulkadir Budak, Şükrü Erbaş, Ali Cengizkan, Salih Bolat, Ahmet Erhan, İnönü Alpat, Cengiz Kaplan, Babür Pınar, Ahmet Kerem Çebi ve Ali Yıldırım (hala şiir yazıyor mu bilmiyorum)… Adını anımsayamadıklarım affetsin beni.

Salih Bolat, bu yıllarda, Ankara havasına şiirin (acılı, hüzünlü, sevdalı ve sevinçli) ruhunu katarak, bu gri kente bağlanmamızı sağlayan insanlardandı. Sokakta yürürken, öğrenci kahvesinde otururken, bir kitabevinde kitaplara bakarken karşılaştığım, yaşam serüvenine Adana’da başlamasına rağmen, Ankara’da geçirdiği bir ömre yakın sürede Ankaralılaşmış şairlerimizdendi.

Şiirli sohbetlerimizin değişmez konuklarındandı Salih Bolat. Tabi ki şahsen değil, şiirleriyle konuk olurdu yoksul öğrenci evlerine, kıraathanelere, çay ocaklarına ve öğrenci birahanelerine… En çok da “Karanfil” şiiriyle.

“demek geldin

çoktandır hiçbir yerdeydin

ne kadar değişmemişsin

ellerin ne kadar kalabalık

gözlerin ne kadar ansızın

seni böyle değişmemiş görmedim hiç

demek geldin

bu kent burada her zamanki ilkesizliğini yaşıyor

bir çarşı her gün ölüp ölüp diriliyor

radyoda iyi ayarlanmamış bir istasyon

gibi insanın sinirine dokunan sesiyle

bu kent burada her zamanki ilkesizliğini

demek geldin

çoktandır hiçbiryerdeydin

* * * * * * * * * * *

sen denize bakıyorsun ya

ben sana aşkları anlatmak istiyorum

unutulmuş masalları

unutulmuş masallardaki aşkları anlatmak istiyorum

sen denize yürüyorsun ya

ben sana herkesten önce özgür olmak için

mahkum ranzalarındaki çentiklerden çalıp

kendi çentiklerime kattıklarımı

anlatmak istiyorum

çarpıp duran bir pencere kanadı gibi

çarpan kalbimi

sen denize gömülüyorsun ya

bir karanfil kalıyor

girdabında”

Ne kadar etkili, ne kadar iyi okurdum, bilmiyorum ama, “sen denize gömülüyorsun ya / bir karanfil kalıyor / girdabında” dizeleriyle şiiri bitirdiğimde, bütün kaybedilmiş veya yolları artık farklı yönlere giden kavşaklara gelmiş aşkların, sevgilerin ardından bir karanfilin baki kalmasını muhteşem bir imgesel anlatı olarak görürdüm. Çoğumuzda var olan; bir zamanlar diğerleriyle benzeştiremediğimiz, iltimaslı bir konum addettiğimiz ve sevdiğimiz veya sevdiğimizi sandığımız kişiye tanıdığımız ayrıcalığın ve yollar bir şekilde ayrıldığında nefret duygularına genellikle evrilen bir duygu halinin reddiyesidir, gidenin ardından kalan bir karanfil imgesi. Bende böyle bir algı oluşturdu. Şiirin çok anlamlı dünyasında bu dizelerden farklı anlamlar çıkaranlar da vardır büyük olasılıkla…

Dilimizden düşmeyen Şarkı Söyle şiirindeyse;

“birer birer geçtiler yanımdan

ilk sayfasına anlaşılmaz adresler yazılıp bırakılmış

bir not defteri nasıl sessizce beklerse kullanılmayı

öylece beklerken

ödünç alınmış yüzleriyle

birer birer geçtiler yanımdan

arkalarına bile bakmadılar

yol ortasında kimsenin eğilip almak istemediği

harcanmaya bile değmeyen bir metal para

gibi beklerken

en yalancı doğrularıyla

birer birer geçtiler yanımdan

hiçbir söz söylemediler

kendine açılan bir çukur gibi

doldurulmayı beklerken

kendi boşluklarına sığınarak

birer birer geçtiler yanımdan”

dizeleriyle toplumun ikiyüzlü değerlerini, insanın insana yabancılaşmasını ve bana göre bugün yaşamımıza büyük ölçüde yön veren imajlar dünyasında yere düşmüş, kirletilmiş(!) insanın yaşadığı yalnızlığı en iyi anlatan şiirlerden biri olarak görüyorum. Toplumsal ahlaki değerlerdeki çürümüşlüğe, ikiyüzlülüğe, yanılmaz doğrularındaki yalancılığa vurgu yapıyor Salih Bolat.

Elbette ki tek başına bu şiirleriyle anlatılamaz. Beni en çok etkileyen iki şiiriyle veda etmek istedim. Hoşça kal Salih Bolat; şimdi hayat daha renksiz.Yaşam hikayemize şiirlerinle yaptığın katkılar ve karşılaşmalarımızda hafiften gülümseyerek verdiğin selamlar için teşekkürlerimle…