Benim gibi 70’lerden gelenler için MHP ve Ülkücüler’in anlamı her zaman açıktır. Çorum, Maraş, Ankara Balgat Katliamları, Doğan Öz, Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Bedreddin Cömert ve daha nice aydının, işçi sınıfı önderinin, devrimci demokrat gencin cinayetleri… Öte yandan, kasabanın öbür mahallesi, şehrin öte yakası, Ülkenin öbür yarısıydı. Bizi birbirimizden parkalarımızın rengi ve bıyıklarımızın sarkış biçimi ayırırdı. Hayır, o zamanlar ellerimizin parmaklarıyla yaptığımız ‘sembol’ işaretlerimiz yoktu. Bizim mahalle sağ yumruğunu yükseltirdi daha çok ve aramızdan sadece bazıları bunun sol yumruk olmasını özenle tercih ederdi. Bozkurt, öbür mahallenin bir sembolüydü evet, hilal içi, bir yükselti üzerinde başı yukarıya çevrili ve ağzı açık… Kolyesi ve rozeti vardı sanırım. Ama elin beş parmağıyla yapılan o işaret yoktu. Belki o işareti, duvara gölge düşürmek için çocuklar yapardı ama sokaklarda, meydanlarda, gösterilerde yoktu.
Emin değilim ama, galiba el ile yapılan o bozkurt işareti, Türkiye’de seksenlerden sonra yükselen Kürt hareketi ve Kürt gençliğinin, tüm dünyada bilinen, ‘Victory’ işareti olan, iki parmakla ‘V’ harfini yükseltmeye başlamasıyla doğdu. ‘V’ işareti kürt hareketi ve gençliği üzerinden devrimci ve radikal sol hareketler ve gençliği içerisinde yaygınlaşırken, bir süre sonra o bozkurt işaretini de görmeye başladık. Yine emin ve iddialı değilim ama bozkurt işaretinin, bir tür ‘Özel Harekatçı’ işareti olarak ortaya çıkıp, oradan bir ‘milliyetçi-ülkücü’ hareketi olarak yaygınlaşmış olması da kuvvetle muhtemel.
Merih Demiral, yaptığı hareketi ve kullandığı sembol için, “… Türklükle alakalı. (…) Tribünde görmüştüm yapan taraftarlarımızı, onları gördükten sonra daha çok yapasım geldi, çok mutluyum. Tribünlerde de yapanları gördüm. (…)” derken doğru söylüyor aslında. İşaret, günlük yaşam içerisinde, bir kimliğin ifadesi olarak bir sembole dönüşünce, onu asıl vareden arkasındaki bütün tarihten de soyutlanır haliyle. Basit, sıradan bir ‘kimlik’ ifadesine dönüşür ve yeri geldiğinde; özellikle toplumsal düğün ve coşku zamanında, “ Türkiye’de hepimiz Türk'üz, Türk olmaktan da gurur duyuyorum, bunu her seferinde de belirtiyorum. O yüzden gol sevincini de öyle yaptım. Gayet normal, Türk taraftarlarımız da bizimle gurur duyuyor. İnşallah yapmaya devam ederiz. Herhangi bir mesaj yok, sadece ne kadar gururlu ve mutlu olduğumu göstermek istedim.”e kadar gider. Bunun ayrıca, o sembolün kullanılmasını yasaklamış ve neo nazilerce yönetilen Avusturya’ya karşı kullanılması da artık bir o kadar kaçınılmaz! Öte yandan tribündeki taraftarın, bunu, kendisine yönelen neo nazi saldırılara karşı bir tür refleks olarak yaygın bir biçimde kullanması da kaçınılmaz.
Sosyal medyada, özellikle bizim mahallede, özellikle 70’lerden beri süregelen bilginin ve bedeli çok ağır ödenmiş ve hala ödenmekte olan deneyimin yarattığı infiali, bir noktaya kadar anlayabiliyorum. Hatta, şimdiye kadar yazmış olduklarımı, hala okumaya devam ediyorlarsa, giderek artan bir öfkeyle okuyanlar olduğunun da farkındayım. Onlara söyliyeceğim şu: Son genel seçimlerde ülkenin tamamı; elbette hemen hemen bizler de o sembolün lehine de oy kullandık! Her iki adayın birleşik cephesinde işte o bozkurt işaretini bir tür, ‘türklük’ sembolü olarak gören ve bunu bu şekliyle savunan bileşikler vardı ve biz onları da seçtik… Kimse kusura bakmasın ama, kişisel olarak, çok başarılı bir belediye başkanı olarak gördüğüm sayın Mansur Yavaş’ın nereden düştüğünü sanıyorsunuz, siz!?
Şahsen Merih Demiral’ın eli benim da canımı sıktı çok. Ama bu bende bir hayal kırıklığı yaratmadı. Çocukluk efsanem Cemil Turan’ın MHP’li olduğunu öğrendiğimde uğradığım hayal kırıklığı daha büyüktü örneğin ve ama Cemil Turan, hala çocukluk efsanem. Bir dönem doğmuş çocukların adları Hakan’dır ve o çocuklar, dilleri dönmeye başlar başlamaz sırtlarına bir Hakan Şükür forması geçirmişlerdir ve hiçbirinin şimdi Hakan adından utandığını sanmıyorum.
Merih, daha 26 yaşında bir çocuk. Bu çocuk, 2016’da, daha 18 yaşındayken pllını pırtısını toplayıp Portekiz’e, Portekiz 2. Ligde oynayan Sporting Lizbon’un 2. Takımına gitmiş bir çocuk. Bir yıl sonra ordan İtalya’ya gitmiş, Sassuolo, Juventus, Atalanta demeden şehir şehir dolaşarak yaşamış bir çocuk. Geçtiğimiz sezonu da Suudi Arabistan’da geçirmiş. Olur böyle şeyler, yapılır böyle çocukluklar. Üstelik hem ülke olarak milli gaz vermeden yaşayamayan bir ülkeyiz hem de futbolu her türlü goygoyumuzla komplekslerimizi sereserpe boca ederek yaşayan bir ülkeyiz. Yav, memlekete parayla top oynamaya gelen ecnebi topçular bile, türkçeyi asla öğrenemiyorlar ama üç ayda, golden sonra, ‘asker selamı verince’ daha çok sevileceklerini öğreniyorlar.
Kızabiliriz, eyvallah. Beni de galibiyetten sonra ortalığı kaplayan goygoy, bir oyunda alınmış olan galibiyetten pay kapmaya çalışan siyasetçiler; işte “bu kez Viyana’yı fethettik” hezeyanlarına kapılan sözümona ‘bilimadamları’, maçtan sonra sevinen bir çocuktan daha çok iğrendiriyor. Üstelik, Merih Demiral, bir kez daha dünyanın bulunduğu yeri ve bizim durduğumu yeri göstermiş oldu.
Sizce de burada asıl mesele, siyasetin bir tür kimlik siyaseti ve mücadelesi olup çıkmış olması değil mi!? Hayır, buradan, “kimlik siyasetçiliğine hayır!” diyerek çıkacak da değilim. İnsanların böyle dertleri varsa, sen bunları dert etme, demenin siyaset yapmak olmadığını da gördük.
Ve bizim derdimiz, Merih Demiral’ın sevincini ‘tel’in etmek değil, Deniz Naki’nin ‘V’sine sahip çıkabilmek olmalıydı. Ayrıca kimse kusura bakmasın ama ben neo nazizmi kucağında besleyen Avrupa’nın ‘bozkurt’ sembolünü yasaklamış olmasını da asla savunmayacağım…
04.07.2024; İstanbul
Ali İhsan Özeren